Vizyonumuz
''Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.''

  • DOLAR
    13,5513
    %-0,72
  • EURO
    15,1222
    %-0,71
  • ALTIN
    779,43
    %-1,06
  • BIST
    1.983,18
    %-0,73
Sabri Fedai AKALIN
akalin@fikir.news
Prensesler Fevziye ve Süreyya ile İmparatoriçe Farah Diba’nın hikayesi..
  • 3
  • 2901
  • 20 Aralık 2019 Cuma
  • +
  • -

Ankara Tıp Fakültesi’nin iki katlı Doğum Kliniğine bir gün önceden yatırmışlardı O’nu.
Ağrılar sıklaşmış, henüz 17 yaşın taşımakta zorlandığı bebek iyice hareketlenmeye, kasıklarına baskı yapmaya başlamıştı. Tek lüksü kendine ait olan odada yatmak ve hemşirelerin kendisine diğer doğum bekleyen kadınlara davrandıkların daha farklı yaklaşmaları, azarlayıp küfretmedikleri idi. Hatta dün gece çığlık attığında dahi nöbetçi hemşire gelip O’nu sakinleştirmişti bile. Ne de olsa, Fakültenin Matbaa Müdürünün gencecik karısıydı. Geçen seneki İlk doğumunda olduğu kadar değilse de göğsünde biriken süt, doğumun artık iyice yaklaştığını bildirircesine geceliğinin önünde koca bir leke bırakmıştı.
Baş ucundaki yüksek demirden biraz güç alarak doğruldu, altında gıcırdayan yayların çıkarttığı sese aldırmadan yatağın kenarına oturdu. Soluklandı. Ellerini beline koyup yüksek yataktan yavaşça terliklerin içine süzüldü. “Temiz olmalıyım” diye düşünerek banyoya doğru seyretti. Bir iki adım atmıştı ki, içini bir ürperti kapladı. Korku (!). Evet korkuyordu. Aslında epeydir korkuyordu ama ilk defa bunu taa içinde hissetmiş, tüyleri diken diken olmuştu. Kasıklarında daha da baskı hissetti.
Islanmıştı. “İşedim mi yoksa?” diye baktı aşağılara doğru. “Yok, yok ..bu işeme değil. Suyum geliyor” dedi. Ankara Radyo Evi’nde, mikrofon karşısında solo  şarkı söyleyecek kadar güzel sesi , yerini zorlukla attığı çığlığa bırakmıştı “Hemşiiireeeee”
Kendisini koridorun sonuna, doğumhaneye taşıyan sedyenin üzerinde giderken, korkusu daha da artmış, deniz mavisi gözleri büyümüştü. Parmakları, birbirine kenetlenmekten kemikleri dışarıya fırlayacakmışcasına , bembeyazdı.
Bildiği bütün duaları okurken, istediği tek şey vardı, “Sonum Süreyya gibi olmasın “
……………………………………………………………….
Aynı saatler, ama binlerce kilometre ötelerde…
Dünya’yı neredeyse ikiye bölmüş olan bir olay, artık son noktasına varıyordu.
Süreyya’cılar ve Farah Diba’cılar diye ikiye ayrılmış kadınlar arasında, saç-saça, baş-başa kavgalara dahi sebep olan ise , İran Kraliyet Ailesi’ nin bütün heybeti ile gerçekleştirdiği muhteşem bir Düğündü.
İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi , Farah Diba ile evleniyordu bu akşam.
Dünya öylesine bölünmüştü ki, son yıllar boyunca basının en gözde konuları, İran hanedanında olup bitenler ve Şah Rıza Pehlevi’nin ikinci ve üçüncü (son) eşlerinin hayat hikâyeleriydi. Prenses Süreyya’nın hüzünle bakan yeşil gözleri , her hafta dergileri süslerdi.
Haksızlığa uğradığını düşündükleri Prenses Süreyya’yı sevenler ile Kraliçe Farah Diba’cılar eğer  kavga etmemişlerse , birbirlerine küserlerdi.
Peki, neydi Süreyya’nın haksızlığa uğradığını düşünmelerine sebep? Ya da tam tersi, Farah Diba’yı destekleyenlerin, bunu neden savundukları.
…………………………………………………………………..

Nöbetçi Doktor gelmiş, hemşire son hazırlıklarını yapmaktaydı. Doğum, başlamak üzereydi. Sonradan asistan doktor olduklarını öğrendiği, neredeyse kendi yaşında gibi gözüken biri kadın diğeri erkek, yeşil önlükler içinde iki kişi daha vardı odada, üzerine – aşağılarına doğru – eğilmişlerdi. Utandı bir an, gözlerini kapattı. Dualarına ara vermemişti ama aklından da çıkartamıyordu.
Düğün nasıldı acaba?
………………………………………………………………………

Varlık içinde doğan ve köklü bir aileden gelen Süreyya II. Dünya Savaşı’nın yaraları henüz sarılırken, 15 yaşında artist olmak istedi.
Ascona’da , Avrupalı arkadaşları ve aileleriyle çıktığı tatilde, artist olmak istediğini babasına söyledi, ancak rızasını alamadı. Bahtiyari sülalesinden birinin artist olamayacağını net bir şekilde belirten babasına;  “Bu dünyada asil olan yalnız bizler miyiz? Kibar ailelerden gelen bir sürü insan, bugün filmlerde oynuyor” diyerek ısrar etti ancak konunun kapandığını şu cümlelerle anladı: “Kendini bilen İranlılar arasında, bana bir tane sayamazsın.”
Erkek egemen toplum yapısında karşılaştığı bu baskı, ne ilk ne de son olacaktı…
Paris’teyken İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin kız kardeşi Prenses Şems ,kendisine ulaştı ve İran’a davet edildi. Bu davetin anlamı çok açıktı…
Tatilde olan annesine haber verdi Prenses Süreyya ve tanışmayı istediğini söyledi. Annesinin “Böyle bir evliliği istiyor musun?” sorusuna da, kaderini belirleyen şu cümleleri aktardı: “Şah’ı tanımıyorum. Ama resimlerine bakılırsa hiç de fena bir erkek değil. Akıllı,Yakışıklı ve  sportmen. Tanıştığımda beğenirsem ,neden evlenmeyeyim?”
Alacağı sorumluluğun büyüklüğünü görememiş, yalnızca dış görünüşe bakarak değerlendirmişti ama işin ucu çok farklı yerlere varacaktı. Şah Muhammed Rıza Pehlevi ilk evliliğini 1939’da Mısır Kralı I. Fuad’ın kızı, Mısır Kralı Faruk’un kız kardeşi Prenses Fevziye ile yapmıştı ama Erkek çocuk doğurmadığından 1948′de boşanmışlardı.
Şah’la tanıştıktan hemen sonra kararını verdi ve 1950 yılının Ekim ayında nişanlandılar. Çok kısa sürede, 12 Şubat 1951’de , tüm dünyanın konuştuğu bir düğünle evlendiler.
İran şahıyla evlenmenin yükü bu  kadar ağır olamazdı; “Yaşadığım hayatı tasavvur edemezsin anne. Bilemezsin bu yalnızlık nasıl canımı sıkıyor. Sarayda hiçbir kadınla konuşamıyorum, dertleşebileceğim kimse yok” diyordu.
Sosyal görevler ve Şah’la çıktığı geziler dışında, sarayın içinde esaret hayatı yaşıyordu. Dünya basını tarafından yakından izlenirken ve dergilere kapak olurken, veliaht sesleri yükselmeye başlıyordu. Süreyya’nın bir erkek bebek doğurması ve soyu devam ettirmesi gerekiyordu ama , Avrupa’nın en ünlü doktorlarına görünmesine rağmen derdine bir çare bulamıyordu.
Saray meclisi toplanmış, karar belirlenmişti: Kuma gelmesini kabul ederse, boşanmaktan vazgeçebilirdi Şah…
Annesiyle St. Moritz’de tatildeydi ve Şah’tan gelecek cevabı bekliyordu. Saraydan gelen kuma cevabına karşılık delirdi ve şu sözleri söyledi: “Bütün bu karşılaştığım onur kırıcı durumdan sonra, bir de elâlemin maskarası mı olayım istiyorsunuz?”
Erkek çocuk doğuramadığı için aşağılanan ve kendi iradesi dışında evliliği hakkında karar verilen, Hükümet Kararıyla Zorla Boşatılan ve Sürgünde Yapayalnız Ölen Prenses Süreyya’nın trajik yaşam öyküsü de tam olarak bundan sonra başladı.
………………………………………………………………………….

Aslında düne kadar kendisi de Diba taraftarıydı.
“Farah Diba, çok güzel ve zekidir, tam bir kraliçedir, bana göre”, diye düşünüyordu. Onun hakkındaki bilgileri, kocasının bir zamanlar matbaasında çalıştığı ve hâlâ günlük olarak eve getirdiği , ULUS Gazetesinden alıyordu. Bazıları, “Fevziye ve Süreyya’dan sonra bu olmuş mu hiç Şah Efendi.” diyorlardı ama Farah Diba , baktıkça güzelleşen kadınlardandı ve çarpıcı Fevziye ve Süreyya’nın aksine, daha doğal bir güzelliğe sahipti. “Fiziksel güzelliğini bir yana bırakırsak, bu diğer iki kadından -asalet bakımından değilse bile- çok daha eğitimli, bilgili, görgülü, Şahbanu gibi kadındır ve yaşadıklarından sonra, hâlâ dimdik olduğunu göz önünde bulunduracak olursak da, karakteri güçlü bir kadındır” demişti sonraları , İran’dan gelen Azeri bir komşusu. Şimdi, Şaha erkek çocuk verebileceğine inanılan tek kadın , bu akşam evleniyordu.

Evet ama Fevziye ve Süreyya’ nın karşı karşıya kaldığı son, O’nun da kâbusu olmaya başlamıştı.
Şu son yarım saatte, daha henüz başında olduğu 17 yıllık hayatı gözünün önünden geçiyordu. Gerçi kocası Şah değildi ama ilk doğumunda kızını kucağına almayacak kadar da erkek evlat delisi idi. Kızı olduğunu duyduğunda, hastanenin içinde çalışıyor olmasına rağmen, kliniğe dahi gelmemiş, günlerce surat asmış,konuşmamıştı.
Dört kardeştiler kocası, hepsi Erkek olanların en küçüğüydü. Ve şu ana kadar, evli olan abilerinin toplamda 5 Kızı doğmuş, sayı ilk doğumda kız evladı olan kendisininkiyle 6 ya çıkmıştı. Kocası ; “Bu kez yine kız doğurursan, boşarım seni “diyerek  tehdit edince, kaderi Fevziye ve Süreyya ile aynı mı olacaktı(?) , kaygı okyasunun  içine düşmüştü. Yok ,düşmemiş adeta itilmişti. O andan itibaren de, doğrudan Diba’ ya olmasa da O’nun üzerinden sisteme sövmeye başlamıştı. Artık Fevziye’ciydi,  ama daha çok da Süreyya’cı olmuştu. Acıyordu Onlara..belki de kendi haline..
Ve o mutlak sona dakikalar kala, günlerdir taşıdığı kaygının korkuya dönüşmesi bayıltmıştı kendisini, uzandığı muşamba kaplı ameliyat  masasının üzerinde.
Hadi Kızım, kendine gel. Yardımcı ol bize “diyen doktorun sesi, içine düştüğü karanlıktan geri gelmesini sağlamıştı. Bayılmamıştı ama kendinden geçmişti.  “Ikın, ıkın…biraz daha … Hadi, az kaldı “diyen ebenin komutlara vücuduyla karşılık verirken çektiği acı dolu dakikaları , elini sıkıca tutan ebe hemşireye soran gözlerle bakarak geçirdi…
Tarih 21.Aralık 1959, Saat :23: 45’di, bebeğinin ilk ağlamasını duyduğunda.

Yılın en uzun gecesi sona ermişti…
………………………………………
Bütün Dünya Gazeteleri ertesi günkü ilk sayfalarını, 8 Sütuna “Muhteşem Düğün” manşeti ile vermişti.
Magazin Haberleri veren Haftalık Mecmua HAYAT, Tahran’a düğüne giden muhabiri Sara KORLE’nin objektifinden koca koca resimlerle donatmıştı hemen tüm dergiyi. “Şark Masalı “diye anlatmıştı düğünü, birazda davetliler listesinde adı olup da, düğüne  katılan tek Türk Gazetecisi olmanın gururu ile. Başarılı bir gazeteciydi ama Düğüne davetli olmasını Osmanlı Hanedanlığı’na da borçluydu. Sara Ertuğrul KORLE, Sultan Abdülmecid’in torununun torunuydu.

Lohusalık günlerinde merakla okuyordu düğünün haberlerini. Resimlere daha yakından bakıyor, Farah Diba Pevlevi’nin giydiği gelinliğin detaylarını seçmeye çalışıyordu. Biçki-Dikiş okumuş, eli makas tutan ve hatta kalıpsız kesim yapabilecek kadar yetenekli bir terzi olmuştu. İleride neler yapabileceğini biliyor, buna göre hayaller kuruyordu.16 Yaşındaydı o zamanlar.
Ama şimdi, hem de daha 17 yaşındayken, iki çocuk annesi ev kadını olmuştu. Yerde oynayan, henüz emeklemekten yeni çıkmış kızının, eve yeni gelen kardeşine olan meraklı bakışlarla bacaklarına tırmanmak istemesini izlerken, süt dolu memesinden doymamacısa emmekte olan oğlunu kokladı, içine çekerek ,tekrar tekrar…
Fevziye ve Süreyya’nın  kaderini paylaşmamıştı ya , olsundu , O yine ve tekrar  Farah Diba’cıydı artık.
Ve şimdi O’nun için Dua ediyordu, Oğlan Çocuğu olsun , kaderi Fevziye ve Süreyya’ya benzemesin diye…
Emzirmeye devam etti..
————————————-

————————————-

Unutmadan söylemeliyim.
O gece doğan çocuğun adını Sabri Fedai koydular. Soyadı da AKALIN .
Yani, ben.
Bugün, benim doğum günüm. Tam 60 sene olmuş..

Hits: 8990

Lütfen Beğeninizi Paylaşarak Bize Destek Olunuz
Sosyal Medyada Paylaşın:
Mobil Sürüme Geç