Vizyonumuz
''Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.''

  • DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Hz.Muhammed İzmir’de

Hz.Muhammed İzmir’de

Şahin Filiz
Şahin Filiz

Yanlış okumuyorsunuz, Hz. Muhammed İzmir’dedir. Feto, 1979 ve 1980 vaazlarında Peygamber’in İzmir’e geldiğini söyler. “Sebebi, son derece açıktır, çünkü Feto İzmir Hisar Camii’nde görevlidir ve kürsüden halka konuşmaktadır; yine sayıklamalara başlamış, böylesi deli saçmasını ağzından kaçırmıştır” diyebilirsiniz. Doğrudur, görevli olduğu Cami’ye Hz. Muhammed’in gelmesi Feto’nun vaaz u nasihatlerinden istifade içindir; çünkü Feto bu yalanını çok sık tekrarlar. Ancak Peygamber’in İzmir’e gelişinin daha alegorik bir nedeni olmalıdır. Ergenekon, Balyoz ve ardından İzmir Casusluk kumpasları, “Gavur İzmir” yaftaları ve Ege’nin kalbi olması gibi daha derin nedenler, Hz. Muhammed’in İzmir’e gelişini daha da manidar kılmaktadır. Feto’nun vaazlarını dinleyen, sürekli onunla samimi sohbetler yapan ve Feto’ya neyi, ne zaman ve nasıl yapması gerektiğine dair emirler veren Hz. Muhammed’in İzmir’e gelmesinde şaşılacak bir yan yoktur. Kumpas üzerine kurulu Fetoizm, her söylemin ardına bir dünya gizli, alegorik ve kriminolojik anlamlar saklar.

Zavallı köleleri de, gerçekten böyle bir sohbet ve ziyaretin gerçekleştiğine inanır. Hz. Muhammed’i İzmir’e, “ayağına getiren” Feto, kuşkusuz benim diyen bağlıları için peygambere denktir; Peygamber, öbür dünyadan dirilip gelmiş Feto dostuna bu dünyada nasıl tarikat imparatorluğu kurabileceğini anlatmıştır. Bu dünya için ona gerekli olan tüm ilahi planları bildirmiştir ki, her yaptığı hikmetten bilinsin. Dikkat edin, ahretle ilgili emir vermemiştir. Eğer verseydi, Feto, tayfası, destekçileri ve aramızda hala dolaşan kripto kulları çalmaz, çırpmaz, ırza geçmez, ülkemizi soyup soğana çevirmez, masum insanların teperine bombalar yağdırmaz, biraz insan olmaya çalışırlardı.

Bakalım Hz. Peygamber İzmir’e Feto’yu ziyarete nasıl gelmiş, 09.07.1979’da İzmir Hisar Camii’nde yaptığı konuşmasından izleyelim:

Yazım ve konuşma hataları Feto’ya aittir, olduğu gibi alıyorum:

“Gün be gün mefhar-i mevcudat (varlıkların övüncü-şf) efendimiz mescitlerimize teşrif buyuruyor, gelecekten ne haber? diyor. Ben bu mevzuda meseleyi objektiften alıp, indi ve enfüsi (öznel ve sübjektif-şf) hüviyete (kimliğe-şf) büründürmek suretiyle siz arz etmek istemiyorum. Ama belki 100 kere var ki kalbi aydın ve içi duru kimselerin âlem-i menamında (uykuları sırasında-şf) belki de bazılarının yakazasında (uyanıklık hallerinde-şf) ‘ben İzmir’e gidiyorum, bir oradaki havaya bakacağım’ dediğini duydular kâinat fahrının (evrenin övüncünün-şf). ‘Anadolu’da bana ihtiyaç var, geziye çıktım’ dediğini duydular fahri kâinat efendimizin. Sizin camilerinize geliyor, seccadelere yüzlerini koyan gençlerinize bakıyor, yaşlılarınızın aşk heyecanını yokluyor, cemaatinin kıvama gelip gelmediğine bakıyor… Mefhar-i mevcudat (tüm varlıkların övüncü-şf) efendimiz vaziyetinize bakıyor, ben o bezmde, o alemde hüküm verme salahiyetine haiz değilim, onun bir kıtmiri (köpeği-şf) olabilirsem kendimi talihli sayacağım…Fahr-i kainat efendimiz bizi bu hava ve ubudiyet içinde yokluyor inanın buna…” (1979-07-09_Gonul Dunyamizdan-02-Muhabbet fedailerinin ozellikleri-Berat Gecesi (İzmir –Hisar Camii, dk. 11.25).

Bu satırları okuyup anlayan çok azdır. Zaten asıl sorun da buradadır. Peki neden? Nedenini söyleyeyim: konuşma metninde birkaç anahtar sözcük ve tamlama var. “Mefhar-i mevcudat”, “Fahri Kainat”, “âlem-i menam”, “yakaza”, “bezm” ve benzeri Arapça, Farsça sözcükler, Osmanlıca ad öbekleri konuşmaya ustalıkla serpiştirilmiştir. Hangi öğrenim düzeyinde olursa olsun ya da okuma-yazma bilmeyenler de olsa bu metnin, “dilsel çekiciliği”ne kapılarak mutlaka dini hakikatleri içerdiğini, doğru mesajlar verdiğini hiç düşünmeden algılar ve kabul eder. Belki Türk filozofu Farabi’nin “Harfler Kitabı” ile başlayan, modern çağda Ferdinand de Saussure ve Wittgenstein’la iyice alevlenen dil felsefesi tartışmalarıyla konuyu işleyebiliriz ama köşe yazısı için okurları zorlayacak felsefi çözümlemeler yapmayacağım.

Yalnız şunu söylemek gerekir: Dil, bir göstergedir; düşüncenin evidir. Dilin temsil ettiği şey ya da olgular, gösterilendir. Dil-şey ilişkisi ise, gösterbilimin konusudur. Basitleştirerek açıklayayım: örneğin Mefhar-i mevcudat” bir dilsel göstergedir. Peki, neyi gösterir? Olgusal, somut, gözle görülür bir şeye mi işaret eder? Bu tamlamayı kullandığımızda bizi dinleyenler hangi “gösterilen”i anlar? Diyelim ki Hz. Muhammed’i gösteriyor. İşte tam bu noktada söz dalaşı başlıyor. Dinleyici, daha çok Mefhar-i Kâinat” sözcüğüne odaklanıyor. Anlamını ya da neyi, ne kadar gösterdiğini hesaplamıyor. Zaten din dili yalanıyla Türkçemize boca edilen bunun gibi sözcükler, anlamı önemsizleştiriyor. Bunlarla başlayarak kurulan her tümce ya da yargı, en yaman mantıksal çelişkiye, en komik anlam karmaşasına ve en cahilane yüklemlere bağlansa da, değil mi ki kutsanmış tetik Arapça sözcükle başlıyor, işte dinleyenler, önceden hipnotize olmuşçasına, anlamadığı yabancı sözcüklerin şekilsel büyüsüne tutsak oluyor.

Somut bir örnek vererek konuşmanın içeriğine geçelim.

Yemekli bir düğün davetine birlikte gittiğim bir arkadaşımın, yemek bittikten sonra yemek duası okumasını istediler. Arapça dua okumak-anlaşılmasa da-farzmış gibi toplumsal bir algı yaratıldığından, arkadaşım Arapça okuyacaktı. Ancak duanın Arapçasını o an unuttuğu için kısa bir süre afalladı. Ben de ona, “Arapça fiil çekimleri var; onları tecvitli ve belli bir kıraat üzere okursan kurtarırsın’ diye fikir verdim. Arkadaşım da bunun üzerine, Türkçemizde “gittim, gittin, gitti….” şeklindeki çekimin Arapçasını ağdalı bir üslupla okuyunca, hep bir ağızdan ve tok karına düğün evini “amin” nidaları aldı.

Yaşanmış bu ve benzeri olaylar çoktur. Burada insanlar, Arapça sözcüklerin anlamlarına değil, şekli ve söylenişine ‘amin’ diyorlardı. Tıpkı Feto, Türkiye Cumhuriyeti ve Türk milletine tuzaklar hazırlarken kullandığı sözcüklere ve yargılara amin denildiği gibi…

Gelelim alıntıladığımız bu metnin içeriğine:

Feto, hemen her gün Hz. Muhammed’in kendi mescitlerini şereflendirdiğini söylüyor. Buna göre Hz. Muhammed ölmemiştir; ölmüş olsa bile sırf Feto’nun örgütlenmesine yardım etmek, bu konuda Allah’tan öğrendiği planları Feto’ya ve cemaatine aktarmak için her gün onların mescitlerine uğramayı ihmal etmiyor. Buradaki mescitler, hepimizin değil, Feto’nun mekanları olan mescitlerdir. Tüm Müslümanların mescitleri değildir. Peygamber cemaate Feto’nun huzurunda gelecekle ilgili planların nasıl yapılacağını anlatıyor.

Devamına geçmeden İslam açısından iki ölümcül yanlışa ve saptırmaya işaret edeyim:

İlki, Feto’ya göre Hz. Muhammed ölmemiştir. Cemaate Feto aracılığıyla dünyalık yol ve yöntem öğretmek için İzmir’e sürekli gelmektedir. Oysa İslam inancına göre, Halife Ebu Bekir’in “Herkes bilsin ki Muhammed ölmüştür; kim ölmedi diyorsa Allah’a ortak koşmuş olur. Ölümsüz ve sonsuz olan sadece Yüce Tanrı’dır” sözü, Feto’nun şirk içinde olduğunu göstermeye yeter.

İkincisi, diğer yandan, Kur’an’da “İsa’nın çarmıha gerilmekten kurtarılıp Allah katına çıkarıldığı” onun Yahudiler tarafından öldürülmeden tanrı katına yükseltilip ancak Tanrı takdiriyle vefat ettirildiği” (Al-i İmran 54-55; Nisa 157-158) yolundaki ayetleri, üstü örtülü olarak Hz. Muhammed için eğip bükmektedir. Burada Hz. İsa’nın yerine Hz. Muhammed’i koymakta; böyle yapmakla Hıristiyanlara “dinler arası diyalog” için, İslam inancında delik açmaya çalışmaktadır. Nitekim bu “Dinler arası Diyalog” tiyatrosunda akıllı, tahsilli geçinen nice “akil biakılları” (akıllı akılsızları) sahnede oynatmış; hatta kendisi için kurguladığı “Kutlu Doğum” komedilerinde, Hz. Muhammed’in üstünden kendi “kıtmir” şahsiyeti kutsatmıştır.

Üçüncüsü, Hz. Muhammed madem ki “bütün kâinatın övüncüdür. Nasıl olur da feto ve kölelerine ve sırf onlara has mescitlere gidip sanki sadece onların peygamberiymiş gibi davranabilir? Fahrı kâinat gibi genel ve kapsayıcı niteliği kullanarak, onu kendi özel cemaatleşme faaliyetinin aletine dönüştürmeye kalkıştığın anlamak için dahi olmak gerekmez.. Buna göre Hz. Muhammed “Fahr-ı Kâinat “ değil, “Fahr-ı Feto ya da Fahr-ı Cemaat” olur ki Müslüman’ım diyen aklı başında hiç kimse bunu içine sindirip de Feto’ya kol kanat geremez; savunmaz, inanamaz, göz yumamaz. Hz. Muhammed kimsenin, hiçbir cemaat ya da tarikatın hizmetkârı olamaz. Bu sayıklamalar iftiradır, bühtandır.

Devam edelim.

Hz. Muhammed’in İzmir’e Hisar Camiine Feto ve cemaati için gelmesi 100’ü buluyor. Sahte bir tevazu gösterisiyle, bu gelişin tüm boyutlarını Feto bildiğini söylüyor ama olan biteni tümden değil de, nesnel olması için kısmen anlatarak bu buluşmanın ne kadar gerçek olduğunu adeta cemaatine psikolojik baskı yaparak inandırmaya çalışıyor. “İzmir’deki havaya bakacak” olan Hz. Muhammed, aslında Feto adına Fetullahçı yapılanmayı denetlemeye, cemaate bir ayar vermeye ve Feto’nun örgütlenmesinde hiçbir boşluk bırakılmamasına katkı yapmaya geliyor, hem de 100 defa. İslam dinini evliya, şeyh, mürşit gibi sihirli ama “gösterilen”i olmayan sözcüklerden ibaret sayan; İslam’ın ahlaki ve medeni ruhunu kavrayamayan nice rütbeli-rütbesiz, okumuş-okumamış, unvanlı-unvansız, siyasi-siyasi olmayan zavallıları, İzmir’e gelenin Hz. Muhammed olmadığını; Feto’nun onun adına uydurduğu emperyalist yalanlar olduğunu hala anlamakta zorlanmaktadır.

Hz. Muhammed, İzmir’deki Feto’nun camiine dünyalık için geliyor. ‘Anadolu’da bana ihtiyaç var, geziye çıktım’ diyor. Peygamberimiz İzmir’deki patronla defalarca görüşüp Fetullah adına cemaati örgütlemek için Anadolu’da cemaatleşme çalışmalarını bizzat yürütüyor. Hâşâ diyelim, Hz. Muhammed Fetö örgütlenmesinden sorumlu baş imam ya da Fetö imamı gibi gösterilmektedir. Şaşırmayınız, kendini Allah yerine koyan Feto, Hz. Muhammed’i cemaat örgütlenmesi için haydi haydi Anadolu’da görevlendirebilmektedir. Fetö İmamları, Hz. Muhammed’in Feto aracılığıyla bu cemaatleşmeye ve silahlı örgüt kurmaya yönelik görevlendirildiklerine inanmaktadırlar. Küfrün, şirkin, yalanın ve dinci dolandırıcılığın boyutlarına bakın.

Kuran bu yalancıları ve düzenbazları rezil ediyor:

”Hiç akıllanmayacak mısınız?” (Bakara, 44). “Allah kahretsin onları, nasıl da Hakk’tan sapıp yüz çeviriyorlar?” (Tevbe, 30).

Hz. Muhammed, cemaatin camilerine geliyor, secdeye yüzlerini koyan cemaat gençlerine bakıyor, cemaatin kıvama gelip gelmediğine bakıyor” sözlerine dikkatinizi çekiyorum. Cemaat nasıl bir kıvama gelecektir? Hz. Muhammed bunu Feto adına ölçüyor; gerekli denetlemeleri yapıyor ve sonra da cemaate neler yapması gerektiğini söylüyor. Apaçık bir yalan, İslam dinine atılmış bir iftira ve Peygamber’i küçük düşürmeyi, onu Feto’nun hizmetinde göstermeyi amaçlayan mesajlar böylesine “kör gözüne parmak” misali uluorta ilan ediliyor; %99 Müslüman olan bir ülkede salyangoz ticareti gırla gidiyor. Susan, konuşmayan ya da “başıma bir şey gelir diyerek sineye çeken herkes” bu salyangoz ticaretinin vebalini çiğninde taşıyacaktır.

Kur’an Feto’nun bu yalanını yüzyıllar öncesinden yüzüne çarpar: “Allah dileseydi, onlar ortak koşamazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin”. (En’am, 107). “Öğüt ver, çünkü ancak sen öğüt verensin” (Gaşiye, 21). Ayetler Feto yalanlarını kesin ve açık bir dille ortaya koymaktadır.

Feto ve Fetö’ye diş geçiremeyen bir kısım şarlatan ise, İslam dinini eleştirerek ve Allahsız oldukları ile övünerek ters açıdan Fetö faaliyetlerine sütre görevi görür. Böylece taşları bağlar, Fetö köpeklerini salarlar.

Feto hem bu yalanları tiyatral bir sahtekarlıkla ortaya atıyor, hem de Hz. Muhammed’in “kıtmir”i yani köpeği olduğunu söyleyerek dinleyenleri, Peygamberle samimiyetinin ulaşılmaz kutsallığına inandırma kurnazlığına girişiyor. Peygamberin cemaati yokladığını söyleyerek cahil dinleyicilere ve bağlılara “aba altından sopa” gösteriyor. “Acaba mı, ya gerçekse?” tereddütlerinden silahlı bir terör örgütü yaratan bu psikopatın hala saygın, korkulası ve itaat edilesi bir tanrı olduğunu düşünen, inanan ve savunanlar, aklınızı başınıza toplayın. Bu dünyanızı bilemiyoruz; çoğu zaman kedi gibi genelde dört ayaküstüne düşebilirsiniz, ama öteki âlemde “Hayır, hayır! Eğer vazgeçmezse, derhal onu alnından (perçeminden), o yalancı, günahkâr alından (perçemden) yakalarız (cehenneme atarız). O, hemen gidip meclisini (kendi taraftarlarını) çağırsın. Biz de zebanileri çağıracağız. Hayır! Ona uyma! Allah’a secde et ve (yalnızca O’na) yaklaş! (Alak, 15-19), ayetlerinin karşınıza çıkmasına mani olacak hangi tanrınız vardır? Feto kendini bu ayetlerin hışmından kurtarabilecek mi ki siz hala onun sapkın dinine uymak için her türlü kutsalı, vatanı ve Türk milletini ayaklar altına almayı marifet ve hizmet sanıyorsunuz?

Feto başka bir konuşmasında bu kez, baş imamlarından birine aynı yalanı kendi dilinden şöyle söyletiyor:

“Ya Resulallah! (Camimize) şeref kudüm (gelip onurlandırdınız-şf) buyurdunuz. Buyurdular ki: ‘Yeryüzünü teftiş ediyorum. Ümmet-i Muhammed’e hayat nefhedecek (can verecek) yeni ordusunu, gençler ordusunu teftiş ediyorum, buradan da dedi ki İzmir’e gideceğim…” (1980-06-29_Gonul Dunyamizdan-06-iman ve amel, dk. 36:45 vd.)

Bu sözlerinde Feto, Hz. Muhammed’in bütün ümmet-i Muhammed’i teftiş ettiği yalanını, gittikçe müritlerinin çoğalmasından cesaret alarak güçlendirmeye çalışmaktadır. Cemaat için kurtuluş ve örgütlenme, İzmir’den başlıyor. Her yeri cemaat adına teftiş edip en son İzmir’de yüksek düzeyde görüşme yapmak için Feto ile buluşuyor. Peygamber İzmir’e çok sık geliyor. Gençlerden oluşan Feto ordusu, ister soruları çalsın, ister vatandaşları öldürecek profesyonel asker olsun, isterse tüm Türkiye’yi ateşlere atacak militanlar olsun, her ne yapacaklar ise, her şey caizdir, hatta Peygamber onaylı bir görevdir. Hırsızlık, arsızlık, torpil, adam kayırma, Türkiye Cumhuriyetini dış ve iç ihanet odaklarına (PKK gibi terör örgütlerine) peşkeş çekme, siyaseti cemaate göre tasarlama, nerede bir mevki, makam ve yetki varsa bunları cemaati adına kullanma ve benzeri her türlü melaneti Hz. Muhammed’e iftira atarak meşrulaştırma yolunu izlemektedir.

Tüm bu ahlaki, dini, siyasi ve kültürel kanser hücrelerini Türk toplumunun kılcal damarlarına kadar zerk etmekten asla vazgeçmemiş olan Fetö‘yü hala çözememek en iyimser deyimle zeka sorunudur. Ancak çözüp de ona tutunmaktan veya ondan çekinmekten vazgeçememek, sadece ülkeye değil, bütün kutsallara ihanettir.

Hz. Muhammed’in İzmir’e Feto ve cemaati için defalarca geldiğine inanan kimsenin, Allah ve Peygamberine inanmaktan ve onlara saygı göstermekten söz etmeye hakkı yoktur.

Fetullahçılara ironik bir soru sormak lazım:

Mekke’ye bile ömründe bir kaz sefer gidebilmiş Peygamberimiz Fahr-i Kâinat’ın yüzlerce kez şereflendirdiğine inandığınız İzmir’e kalkıp bir de nasıl “Gâvur İzmir” diyorsunuz?

Sizi gidi üçkâğıtçılar sizi!

Visits: 32

Lütfen Beğeninizi Paylaşarak Bize Destek Olunuz
Sosyal Medyada Paylaşın:

BİRDE BUNLARA BAKIN