Vizyonumuz
''Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.''

  • DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Prof.Dr.Ali Fuat Kalyoncu
f.kalyoncu@fikir.news
Tarihimizde Ekonomik Krizler
  • 0
  • 672
  • 21 Ağustos 2020 Cuma
  • +
  • -

 

Tarihimiz Osmanlı’dan beri ekonomik krizlerle dolu

Ülkelerin maliyesi de aynı bir ailenin geçinmesi gibidir. Geliriniz giderinizi karşılamalıdır, bazen ödeyebileceğiniz kadar borç veya taksitle harcama yapabilirsiniz. Borcunuzu her halükarda ödemek zorundasınız, ödemezseniz ya borç aldığınız akrabanız veya dostunuzla selamı sabahı keseceksiniz ya da borç senedi imzaladıysanız evinize haciz gelecek. Ülkeler, hesapsızca ve gelirlerinden fazla harcama yapıp, borçlanır ve borçlarını da ödeyemezse Moratoryum ilan ederler. Bu durum sizin amiyane tabirle iflas ettiğiniz anlamına gelmez belki ama çok önemli bir prestij kaybıdır. Hesapsız olduğunuz tescil edilmiştir, kimse size güven duymaz. Böyle bir durumda kimse size ek borç vermek için gönüllü olmaz. Borç verecekse de size bazı şartlar dayatır, paranızın değeri düşer, elinizdeki bazı sabit gelirlere haciz anlamına gelecek düzenlemeler yapılır.

Tarihimizde ilk kez borçlara karşı gelirlerimize el konması: Duyun-u Umumiye’ nin öyküsü

Hesapsız borçlanma ve harcamalar Osmanlı’nın batma nedenlerinden birisi, belki de en önemlisidir. Fatih Sultan Mehmet döneminde, önceden saf gümüşten yapılan paranın içine altı kez bakır gibi ucuz madenler konarak, paranın değeri düşürülür. Amaç maliyeyi güçlendirmektir, her yapılan savaşın ganimet geliri olduğu kadar giderleri de vardır. 1578’deki İran seferi masrafları nedeniyle 1580 yılında 100 dirhem gümüşten yapılan 450 akçe sayısı 850 akçeye çıkar, devalüasyon yaşamın parçası olmaya başlamıştır. 36 Padişahın 12’si yani her üç Padişah’tan biri isyanlar, darbeler, ekonomik sıkıntılar nedeniyle değişmiştir ya da öldürülür. Fetret devri, Celali isyanları, zamanla kaybedilen savaşlar, dünyada gemiciliğin gelişmesi ile Uzak Doğuya artık karayolundan değil deniz ulaşımıyla gidilebilmesi, dolayısıyla ticarette Anadolu’nun By-Pass edilmesi, bilim ve teknoloji devriminin ıskalanması, liyakatsizlik gibi nedenlerin faturası hep ekonomi üzerinden olmaktadır. IV.Mehmet döneminde ilk kez maliyeyi kontrol altına almak isteyen akıllı ve iyiniyetli Sadrazam Tarhuncu Ahmet Paşa, kendi adıyla bilinen gelir-gider defteri temelli rasyonel bir bütçe hazırlayarak sarayın ve devlet ileri gelenlerinin masraflarını kısmaya ve yolsuzlukla mücadeleye niyetlenir. Tahmin edeceğiniz üzere 1653’de boğularak idam edilir. Bu tarihten sonra da tarihimizde (halen günümüzde bile) bir çok benzer Tarhuncu olayı yaşanacaktır. Ama ekonomi kuralları acımasızdır.

1624’de 100 dirhem gümüşten yapılan 1000 akçe, 1689’da 1400 akçeye çıkar, paranın değeri giderek düşmektedir. Bu arada Avrupa’ya Amerika, Hindistan ve Uzak Doğu’dan altın ve gümüş akmakta, Osmanlı ile Batı’nın arası her konuda giderek açılmaktadır. Derken 1687’de sade bakırdan mangırlar basılır. Ancak paranın değeri düştükçe yeniçeriler isyan eder, sürekli yöneticilerin kelleleri istenir, darbeler olur ve yine padişahlar değişir. Yerinden korkan padişahlar bir dönem, kendinden sonra tahta çıkması muhtemel adayları Kafes Hayatı denen bir tür ev hapsinde tutarlar. Bu hapis hayatı bazı padişahların psikolojilerini bozar ve yönetimi devraldıklarında ülkeye yararlı bir vizyon geliştiremezler. Kafes dönemi 1603’te tahta çıkan I.Ahmet ile başlamış ve Abdülaziz döneminde 1867’de fiilen bitmiştir.

Arada 1718-1730 yılları arasında Lale Devri denilen barış ve kalkınma dönemiyle nefes alan ülke Patrona Halil isyanıyla tekrar geriye gider. Paranın değeri daha da düşer, belki de değeri düşen para bu isyana neden olmuştur. Bu sefer de geri kaldığımız ticaretin gelişmesi için batılı ülkelere, gelip de burada ticaret yapmaları yönünden büyük imtiyazlar verilir. 1826’da orduyu kaldıran, ülkede müthiş bir batılılaşma hareketi başlatan II.Mahmud döneminde, sadece 1808 ile 1831 arasında, paranın içindeki zaten azalmış gümüş oranı, yüzde 79 daha azalır. Bu arada yurtdışından borçlanmalar başlar. 1853-1856 arasındaki Kırım Savaşı, Osmanlı maliyesine büyük hasar verir. Savaş esnasında alınan kredileri izlemek için Londra merkezli Ottoman Bank kurulur. Devlet maaş bile ödeyemez hale gelmiştir. Sadece yurtdışından değil Galata Bankerleri denilen kişilerden de sürekli borç alınmaktadır. Hatta bunlardan alınan borçlar ödenemeyince birkaç kez ayaklanan bankerler ya da daha doğru deyimle tefeciler Dolmabahçe Sarayı kapısına kadar dayanırlar. Her şey ekonomiktir. Hamasetle ülke yönetilmiyor, bilim ve liyakat çok önemlidir. Osmanlı Bankasının kuruluşu bir başka bakış açısıyla, ülke ekonomisinin İngiliz yoğun bakımına girmesi anlamına da gelmektedir. Neticede İngiltere’nin Rusya’ya karşı o bölgede duracak bir ülkeye ihtiyacı vardır.

1861’de tahta çıkan Abdülaziz, 1867 yazında 46 günlük bir Avrupa gezisine çıkar. Böyle bir gezi, Osmanlı tarihinde ilk kez olmaktadır. Avrupa’da gördüklerinden çok etkilenen padişah dönünce hem İstanbul’u şehir olarak Batılılaştırmak için altyapı çalışmaları başlatır, hem de bir çok yeni saraylar yaptırır. Babası Abdülmecit’ten devraldığı 17 milyon sterlinlik borç, onun döneminde 98 milyon sterlin olur. Gelirler 25 milyon sterlindir ve masrafın 11 milyon sterlinlik kısmı saraya aittir. Londra merkezli Ottoman Bank, İngiliz-Fransız ortaklığında Bank-i Osman-i Şahane ’ye çevrilir. Devlet 30 yıl süreyle kağıt para basma yetkisini bu bankaya devreder. Bir durumu bir tür kayyum ataması gibi düşünebilirsiniz, bu yeni bankayı da yabancıların idare ettiği Merkez Bankası. Neticede Padişah Abdülaziz darbe ile tahttan indirilir, hala şüpheli olduğu kabul edilen bir intihar (ya da cinayet) ile yaşamını kaybeder. Yerine çıkan V.Murad psikolojik dengesi bozuk olduğundan 93 gün sonra tahttan indirilir ve II.Abdülhamid tahta çıkar.

Abdülhamid belki de gelmiş geçmiş padişahların içinde ekonomiyi en iyi bilen padişahtır. Avrupa borsalarında oynamaktadır. Hazine-i Hassa Nazırı Agop Paşa ile ekonomiyi iyi kötü idare ederler, boş duran arazileri üretime sokarlar. Osmanlı Bankasına ek olarak Banque Credit Lyonnais’den de borç alınır. Padişahın kişisel serveti, devletten daha iyidir ama o bu servetini de genelde devlet için kullanmaktadır. 1877-78 Rus Savaşında Galata bankerlerinden yine borç alınır ve yurtdışına tahvil satılır, vergiler arttırılır. 1879 yılında bazı vergilerin geliri bu bankerlere on yıl süreyle bırakılır. Bunun için Rüsum-u Sitte kurulur, başına da Osmanlı Bankası adına Hamilton Long getirilir. Zaten bu tür uygulamalar ilerideki Düyun-u Umumiye ’nin zeminini hazırlayacaktır. Neticede 1881’de uluslararası dış güçler Padişahın onayıyla maliyeye el koyar ve Düyun-u Umumiye kurulur. İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda, İtalya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı’dan birer temsilci ile Galata bankerlerinin de temsilcilerinden bir yönetim oluşturulur. Devlet gelirlerinin beşte dördü faize giderken, beşte biri de anaparadan düşmektedir. Bu sanki bir tür koloni idaresi gibi olan vergi toplama kurumu, 1915 yılında ülkenin her yerinde 5300 kişilik bir maliye ordusuna dönüşecektir. Bütün bu mali başıbozukluk, İstiklal Harbini kazanan Atatürk ve Cumhuriyet idaresi tarafından sona erdirilecektir. 1923 tarihli Lozan Anlaşmasında Türkiye, Osmanlı Devletinin 82.5 milyon altın liralık borcunu üstlenir. Türkiye dünyanın yaşadığı en büyük ekonomik buhran olan 1929 dönemi ve sonrasındaki İkinci Dünya Harbi dahil 1954 yılına kadar bu borçları ödemiştir. Tabii yeni Cumhuriyet idaresi de zorunlu olarak farklı yerlerden borçlar alacaktır.

1958 Moratoryumu

Devletçi tek parti ve sıkı ekonominin uygulandığı ne kadar süreceği belli olmayan İkinci Dünya Harbi döneminde çok hayati yatırımlar için olan borçlanma dışında, kendi yağıyla kavrulma ve dedelerden devralınan borçların ödenmesi yapıldı. Buna rağmen halen bile satıla satıla bitirilemeyen bir sürü fabrika ve ağır sanayii tesisi yapılır. Atatürk ve Cumhuriyetimizin kurucuları Osmanlı’nın içinden çıkamadığı borç sarmalından çekinmektedir. Harp sonunda, dünyada Merkez Bankasında en çok parası olan ülkelerden biridir Türkiye. Ancak bu sıkı para politikası halkı da sıkmıştır. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti iktidarı devralır. Halkın desteğini kazanan Demokrat Parti, eldeki biriken paraları ve gelirlerini rahat rahat harcar. Ancak özellikle ikinci dönemlerinde yurtdışı borçlanma ve IMF ile görüşmeler başlar. Enflasyon yeniden günlük yaşamımıza girer. 1954 başında Amerika’ya giden Celal Bayar, borç konusunda oradan sadece nasihat alarak geri döner. Bütün dünya savaş sonrası toparlanma dönemi yaşamaktadır ve herkes ek mali kaynak peşindedir.

Neticede 4 Ağustos 1958 tarihinde Türkiye 256 milyon Dolara ulaşan dış borçlarını ödeyemez duruma düşer ve Moratoryum ilan eder. Bu olay, muhtemelen 27 Mayıs 1960 Devrimine yol açan süreci başlatacaktır. Tarihten ders alınsa, tekerrür eder miydi? Adnan Menderes hükümeti IMF ile yapılan anlaşma gereğince 1950’li yıllarda 2.8 lira olan Dolar’ı 9 liraya çıkarır. Halbuki Amerikan Doları 1923 yılında sadece 80 kuruştur. Hesapsızca borçlanma, gelecek nesillerin ekmeğine ortak olmaktır.

Açıkçası ülkemdeki ekonomik durum beni endişelendiriyor.

Umarım ben yanlış düşünüyorumdur, geçmişteki hatalarımız tekrarlanmıyordur.

 

Prof.Dr.Ali Fuat KALYONCU

 

 

 

Visits: 39

Lütfen Beğeninizi Paylaşarak Bize Destek Olunuz
Sosyal Medyada Paylaşın: