Vizyonumuz
''Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.''

  • DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Prof.Dr.Ali Fuat Kalyoncu
f.kalyoncu@fikir.news
Papa’nın Irak gezisi nedeniyle kısa bir Ortadoğu tarihi
  • 0
  • 654
  • 26 Haziran 2021 Cumartesi
  • +
  • -

 

Irak halen pandemi nedeniyle bir süredir neredeyse kapalı, zaten çeşitli açılardan pek de güvenli bir ülke sayılmaz. Peki Papa’nın orada ne işi var? Bayram değil seyran değil, Papa Iraklılara neden Selamünaleyküm diyor? Bu konuyu anlayabilmek için biraz gerilere gitmekte yarar var. Ortadoğu ülkelerinin zenginliği ve tüm tek tanrılı dinlerin buradan çıkmış olması nedeniyle kutsal bir yer addedilmesi çok eskilere dayanıyor. Kudüs aslında Ortadoğu’nun kilit bir şehri. Peşinen size bir tavsiye; Kudüs’ü görme imkanınız olduğunda, şehri farklı dinlere mensup rehber turlarıyla gezin ki kafanızda belki gerçeğe yakın bir tarih şekillensin. Her farklı dinden rehberin ‘’aslında şöyle’’ diye başlayan hikayelerini dinlemek hem ilgi çekici hem de eğlenceli. Mesela İslamiyet’in ilk dönemlerinde kıble neden Kudüs’tü?

Milattan önceki zamanlardan Haçlı Seferleri’ne Ortadoğu

Irak’ın genelde dağlık ve Lübnan’ın da sırtının dağlık olduğunu bilinince, çöl bölgeleri dışında Ortadoğu’nun nispeten en düzlük ve yaşanabilir alanları Suriye’dir. Bu özelliği nedeniyle Suriye tarih boyunca Anadolu, Pers ve Kuzey Afrikalıların Kadeş gibi savaşlarını yaptıkları bir açık arena olmuştur. Roma’nın ordu merkezlerinden biridir Suriye. Irak ve ötesi, dağlık coğrafyası nedeniyle genelde geri planda kalmıştır. Ancak son yüzyılda hayatımıza giren petrol, bu bölgenin kaderini, dinlerden sonra değiştiren ikinci önemli olaydır. Yüzyıllar boyunca aslında bu bölgede her türlü dine ait kişi ve topluluklar beraberce yaşamıştır. Bu bölgenin Roma’dan sonraki en uzun barış döneminin Birinci Dünya Savaşına kadarki Osmanlı dönemi olduğu söylenebilir.

Aslen soylu bir Mısırlı olan Musa Peygamberin yerleştiği yerler, daha sonra yozlaşmış Yahudiliğe karşı gerçek Yahudiliğe dönüşü savunan İsa Peygamber ve sonrasında İslamiyet dönemi, hep buralarda yaşanmıştır. Bölgede aslında önceden Asur, Sümer, Babil, Hitit, Frigya, Fenike gibi yüzlerce yıl süren çeşitli medeniyetler yaşanmıştır. Bölgenin hala en geniş halklarından olan Suriyeliler ve Süryaniler, kabaca Asurluların torunları olarak kabul edilirler. Araplar ve Yahudiler ise Sami kökenli halklardır. Binlerce yıllık zaman yolculuğunda her ne kadar kültürler ayrı kalsa da insanlar birbirine karışmıştır. Hala Ortadoğu’da ülke sınırlarını önemsiz kılan büyük aileler/aşiretler vardır ve bu

ailelerde her kültürle olan evlilikler rahatlıkla barınır. Benim Suriyeli Hristiyan bir dostum, üniversiteyi İstanbul’da okuduktan sonra Ankara’ya yerleşmiş ve halen burada yaşamaktadır. Ailesinde Ermeni, Yahudi ve Türk akrabaları vardır. Ailesinin Irak, Suriye, Ürdün ve Lübnan’da yaşayan akrabalarının hepsi de birbiriyle haberleşmektedir. Yani ailesinde her üç dinden kişiler de vardır. Ortadoğu aslında böyle bir yerdir. Sabah günaydın yazdığınız çekirdek aile whatsapp grubunuz bu coğrafyada çok geniş olabilir ve size farklı alfabelerden farklı dillerden cevap gelebilir. Ortadoğu’da devletler geçici, insanlar ve aileler ise kalıcıdır.

İşte Avrupalıların bu bölgeye ilk ciddi ilgileri 1096 ile 1272 yılları arasındaki yapılan çeşitli Haçlı Seferleri ile başlar. Katolik Hristiyanların, Papa’nın isteği ve çeşitli vaatleri üzerine, genellikle Müslümanların elindeki Ortadoğu toprakları yani Kutsal Topraklar üzerinde askeri ve siyasi kontrol kurmak için düzenledikleri akınların bütünüdür Haçlı Seferleri. Bazı araştırmacılar bu Haçlı akınlarının aslında hiç bitmediğini ve tarih boyunca (günümüzde de) sürdüğünü kabul ederler. Kabaca 160 yıllık bu dönemde üç dine ait bir çok öge bazı açılardan içiçe girmiştir. Her üç dine mensup kişiler, kendi dinleri içinde kalan ancak diğer din ve inançlardan etkilenen tarikat, cemaat ve topluluklar oluşturmuşlardır. Bu gruplar Ortadoğu ve Avrupa tarihi içinde zaman zaman çok etkin olmuşlardır. Örneğin bu ortak kültürü içselleştiren Masonlar Avrupa’da bir çok politikacı, sanatçı ve bilim insanı çıkarırken, Osmanlı’da da Beşinci Murat gibi bir Padişah, Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa gibi ünlü komutanlar ve devlet insanları ve hatta en yüksek derecede din alimleri çıkarabilmişlerdir. Haçlı Seferleri ile başlayan dönemde ortaya çıkan İran’daki Haşhaşi’ler yüzyıllarca Ortadoğu’da kalabilmiştir.

Haçlı Seferleri’nin ortaya çıkışı aslında İspanya ve Portekiz’den Müslümanların temizlenmesi için başlatılan Reconquista (Yeniden Fetih) hareketidir. O zaman Müslümanlar Akdeniz, İspanya ve Sicilya’da hakimiyet kurmuşlardı. İber yarımadasında bulunan Hristiyan krallıkların ortak düşmanları olan Arapların elindeki şehirleri almak için yaptıkları mücadele, 9.yy’dan 15.yüzyılın sonuna kadar sürmüştür. 1071 yılındaki Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu yoğun bir Türk akınına uğramış ve Selçuklular burada güçlü bir devlet kurmuşlardı. Hristiyan dünyası, Suriye ve Filistin’i ele geçiren Türkleri tedirginlikle izlemekteydi. Bizans imparatoru I. Aleksios bu dönemde Türkler’e karşı Papa’dan yardım ister. Papa bu talebi kabul eder ama onun da esas amacı Bizans’a yardımdan ziyade doğu topraklarını ve Kudüs’ü ele geçirmek, Papalığın görüşlerini benimsemeyen heretik (yani sapkın) doğu Hristiyanlarını kontrol altına almak ve Avrupa’nın içinde bulunduğu fakirlikten kurtulmalarını sağlamaktı. Neticede 1202-1204 yıllarındaki Dördüncü Haçlı Seferinde hedef İstanbul olacak, şehir Katolik Latinler tarafından alınacak, yağmalanacak ve tahrip edilecektir. Bu olay batı ve doğu Hristiyanları arasında hala sürecek olan bir güvensizlik ve hatta düşmanlığa yol açacaktır. İstanbul’un Türkler tarafından fethi bile belki de bu kan davası atmosferi nedeniyle gerçekleşebilecektir. Ne kadar doğrudur bilinmez ama muhasara altındayken İstanbul içinde bazı Bizanslıların, Roma’dan yardım alacaklarına şehrin Türklere teslimini tercih edecekleri konusunda sözleri olduğu rivayet edilmektedir. Katoliklik ve Ortodoksluk bu ortamda ayrışır. Zamanla Protestanlık da bunlardan ayrışacaktır.

 

Osmanlılar

Osmanlılar döneminde birkaç yüzyıl kabaca sakin geçer. Ortadoğu’nun o zamanki şartlarda Hicaz yolu olması dışında büyük bir özelliği yoktur. Her üç din ve çeşitli cemaat mensupları bir arada yaşarlar. Lübnan’ın dağlarında yaşayan, Hac yolu güvenliğini bozan Dürziler Osmanlı döneminde Hac yolunun güvenliğinden sorumlu yapılınca barış da sağlanır. Din Osmanlılar için önemlidir ancak her şey değildir. Haçlı Seferlerinde canını tehlikeye atıp Avrupa’nın en ücra köşelerinden Ortadoğu’ya hacı olmaya gelen bir sürü kral varken, Osmanlı’da Hac’a giden padişah yoktur. Niyetlenen Genç Osman çok feci bir şekilde öldürülmüştür. Mısır’ı alan Yavuz Sultan Selim işi bitince oradan ülkesine geri dönmüştür. Osmanlı padişahları yaklaşık 200 yıl halifelik unvanını bile kullanmamıştır.

1536 yılından itibaren üstünlük duyguları ile peyderpey verilen kapitülasyonlarla Katolik Cizvitler ve son yüzyılda Protestan misyonerler okulları, kiliseleri ve yetimhaneleri ile Osmanlı’yı adeta işgal etmişlerdir. Osmanlı içindeki gayrimüslim ahali üzerinde çalışacaklarını söylemekle birlikte, zamanla bir çok Müslüman aile de çocuklarını bu okullara verecektir. Osmanlı’nın zayıflaması yani Hasta Adam durumuna düşmesi ile Ortadoğu’daki Ortodoksların hamiliği Ruslara, Katoliklerin Fransa’ya düşecek ve geride kalanların hepsine de İngiltere sahip çıkacaktır. Bağdat ve Hicaz demiryolları, Alman sermayesiyle yapılırken de Almanların düşünceleri benzerdir. Birinci Dünya Savaşı sonrası sınırlar çizilirken de hep ön planda bunlar düşünülecektir.

Birinci Dünya Savaşı esnasındaki Ermeni tehciri ve Türkiye Cumhuriyeti sonrası yaşanan mübadele dönemi, Ortadoğu’da son yüzyılda toplanmaya başlayan Yahudi nüfus, Lübnan’da yıllar süren iç savaş, İran-Irak arasındaki ve Suriye’deki son yaşanan iç savaş bölgenin demografisini sürekli değiştirmiştir. Yahudiler İsrail’de toplanırken, Hristiyanlar ise bölgeden Avrupa’ya göç etmektedir. Özellikle son yıllardaki İşid terörü ile Ezidiler gibi daha küçük azınlıklar da epey zarar görmüştür. Amerika’nın özellikle Irak’ta askeri olarak son 30 yıldır sürekli temsili, orada Protestan misyonerlik faaliyetlerini arttırmış olabilir. İşte Papa’nın Irak ziyaretine bu tarihi perspektiften bakmak gerekir. Herhalde Katolikler bölgede giderek sayıca azaldığı ve güçlerini kaybettikleri için, Papa onlara bir destek vermek istemiştir. Bu ziyaretin bölge için daha çok konuşulacak bir konu olduğunu anlıyorum.

 

Prof.Dr. Ali Fuat KALYONCU

Visits: 17

Lütfen Beğeninizi Paylaşarak Bize Destek Olunuz
Sosyal Medyada Paylaşın: