Vizyonumuz
''Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.''

  • DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Prof.Dr.Ali Fuat Kalyoncu
f.kalyoncu@fikir.news
İstiklal Harbi esnasında Eskişehir, Ailem ve Yunan Kralı
  • 0
  • 854
  • 22 Nisan 2021 Perşembe
  • +
  • -

 

 

Her şey resmi tarih demek değildir, insanların ve ailelerin anıları da gayrı resmi ya da sivil tarih olarak kayıtlara geçmelidir. Bence yakın tarihimiz yeniden detayları ile tartışılmalı, genç nesiller yakın tarihimizi daha iyi bilmelidir. Yakın tarihimiz koskoca bir imparatorluğun çökmesinin ardından yaşanabilir yeni bir vatan kurtarmak, yeni bir cumhuriyet kurmak, bu ülke için yeniden bir araya gelip bir ulus yaratmak, geçmişin hatalarından ders almak, uluslararası ilişkiler vs. bir çok yönüyle eşsiz bir dönemdir. Bütün bu başarıyı liderlerine ve kurucu kadrodaki idealist insan grubuna güvenen bir millet ile becermek ise harikulade bir organizasyondur. Ancak kozmik zamanda 100 yıl uzun bir süre  değildir. Hala bu çöken imparatorluğun ve din temelli bir devletin peşinde olan insanlar vardır. Devletler de aynı canlılar gibidir, ömürleri dolunca biterler, yerlerine yenileri kurulur. Anadolu ve Türk tarihi bu örneklerle doludur.

Şimdi sizi kendi aile anılarımdan İstiklal Harbi öncesi ve esnasına Eskişehir’e götürmek istiyorum. Bilgiler ve anılar, hafızalarında yaşadıkları son kişi öldüğünde, yazılmazlarsa gerçekten unutulurlar.

Babaannem Ummuhan Hanım

Babaannem küçük yaşta babasını kaybetmiş, Karabey ailesinin kızı, bir de kız kardeşi var, Rabia. Aileyi dayısı Ali bey yönetiyor. Ali bey eskiden kadı yetiştiren Mekteb-i Kuzat’tan mezun, yani bir tür hukuk mektebi ama şeriat hukuku. Kendisi zaten hiç kadılık yapmamış, Eskişehir’de sevdiği işi yapan marifetli biri, kundura ve çizme yapıyormuş. Çocukken gittiği mektepten ve arkadaşlarından öğrendiği çok güzel Rumca bilen, medeni ve ileri görüşlü bir insan. Arkadaşlarının teşvikiyle babaannemi Alman mektebine gönderiyor. Kızların çarşafa girdiği zamanda babaannem dize kadar önlük ve dizleri açık çorapla okula gitmeye başlayınca komşular Karabeylerin kızı gavur oldu diyor, ama Dayı bey kimseye itibar etmiyor. Okulda Almanca ve Rumca öğretiliyormuş, Alman ve İtalyan öğretmenler varmış, okulda öğretmenlik yapan papaz Herr Müller babaannemi çok severmiş. Eskişehir, 1914’e kadar Kütahya Sancağına bağlı bir kaza ve lisesi yok. Şehirde Türk okulları yanı sıra bir Fransız ortaokulu da var. Ancak İttihat ve Terakki döneminde şehir bağımsız mutasarrıflık haline gelir ve iki yıl içinde 18 Türk mektebi açılır. O dönemde maarif denince şehre çok hizmet eden Müdür Ethem Nejat beyi anmadan geçmeyelim. Çok sıradışı biridir, açtığı okulların yanı sıra bir de muallim mektebi açar, milli kütüphane, Karacahisar isimli bir gazete, hava rasathanesi vs. şehre çok hizmet verir.

O zaman Eskişehir’de nüfusun yarıya yakını veya üçte biri Ermeni ve Rum. Şehir demiryolu merkezi ve demiryolu sektöründe sadece Ermeniler çalışıyor, Eskişehir’de garın karşısı Ermeni mahallesi ve Porsuğun yanındaki iki katlı taş evlerde esasen Ermeniler oturuyormuş. Bugün şehirde o günlerden sadece şimdi bir kültür merkezi ve bir zamanlar sinema olan bir kilise binası kalmış o kadar. Devlet Demiryolları ancak Cumhuriyet döneminde Behiç Erkin Bey’in yönetiminde iken Türk kökenli vatandaşlara açılacaktır. Şehirde o zaman Rum ve Ermenilere ait bir sürü okul vardır. Babaannemin gittiği okulda Türkçe konuşmak yasak, Türkçe konuşunca öğretmenler sopayla açık olan dizlerine vuruyorlarmış. Dayısı babaannemin kardeşi Rabia’yı okutmak için aynı isteği belki de çocukta ışık görmediği için göstermemiş. Babaannem ortaokul sonrası ilkokulda öğretmenlik yapmaya başlamış, şehrin Yunan işgali öncesinde Kuvvacı dedem Halit bey ile nişanlanmış. Dedemin aynı okulda öğretmen olan kız kardeşi Zehra hanımın aracılığı ile nişanlanıyorlar. Zehra hanım dedeme babaannemi anahtar deliğinden göstermiş. Babaannem zeki, çalışkan ve cesur biri. Çocukluktan beri güzel tabanca kullanıyor.

Temmuz 1921- Yunana Kralı Konstantin Eskişehir’de

Yunan Kralı Konstantin Eskişehir’de

1915’deki Ermeni tehciri esnasında Eskişehir Garında batıdan binlerce Ermeni toplanmış, onlara çadırlar kurulmuş, insanlar ne olacağını bilmeden günlerce beklerken şehirdeki Ermeniler onlara yardım etmişler. O dönemde şehrin Valisi Faik Bey İstanbul’un emirlerini delerek şehirdeki Ermenileri bu badireden kurtarmış ama bir süre sonra ülkedeki tüm Ermeniler Birinci Dünya Savaşında yaşanan karşılıklı üzücü olayların sonucu şehirden ayrılmış ya da zorunda kalmışlar. Şehirdeki fırınları çalıştıran onlar, lületaşı işlemeyi getiren onlar, demircilikten duvarcılığa bir çok mesleği onlar yapıyormuş, onlar gidince şehirde ekmek tedariki bile zora girmiş. Trenyolu ve Gar şehirde çok önemli yerler. gayrimüslim nüfus sayesinde şehirde tiyatro bile varmış.

Türk Ordusu Kütahya-Eskişehir hattında Yunan ordusuna karşı koyamayınca şehir 19 Temmuz 1921’de işgale uğrar. Kral Konstantin iki gün sonra şehre trenle gelir. Yunanlılar başkomutanlık karargahlarını Odun Pazarı’nda bir konağa kurarlar. Kral için de Zeytinoğlu ailesinin ev olarak kullandıkları bina seçilir. Askerler tüm evlerden halıları toplayarak, tren garından kralın kalacağı bu eve kadar yolları halı ile kaplar. Kral şehirden geçerken sokağa çıkma yasağı ilan edilir ancak halk buna uymaz, herkes kralı görmek için dışarı çıkar, Kral da bunu hoşgörür. Şenol halamın aktardığına göre kral gelmeden önce bir organizasyon yapılır ve bir Türk Hanımın çiçek vererek Kral’a “Hoş geldiniz “ demesi planlanır. Neticede Kralın yanında dünya basını da olacaktır. Bir Türk hanım arayışı esnasında öğretmenlik yapan ve Rumca/Almanca konuşan babaanneme de bunu teklif ederler, kabul eden hanıma Kral çok değerli bir inci kolye verecektir. Babaannem; “ne çiçek veririm ne de hoş geldiniz derim, ne de hediye kabul ederim, burası benim memleketim, işgale gelenlere ben bunu diyemem, ” der. Yunanlılar da bu mizansen için bastırmaktadır. Neticede Kral’a tahsis edilen evin sahipleri olan Zeytinoğlu ailesinin kızı hoş geldiniz der ve inci kolyeyi alır. Annem, babaannemin bu seremoninin Gar’da yapıldığını söylediğini hatırlamaktadır. Daha sonra iri incili bu kolyenin halk arasında İstanbul’da bedestende açık arttırma ile satıldığı ve Suadiye’de bir köşk alındığı söylenir. Bu aile hala şehrin zengin ailelerinden birisidir. Bu olayı herhalde kendileri daha iyi bileceklerdir. Her olay kendi tarih dilimi ve şartları içinde değerlendirilmelidir.

Kral’ın okul ziyareti ve babaannemle konuşmaları

Yaz olmasına rağmen demek okullar açık ve Kral’a şehir gezdiriliyor. Kral, babaannemin çalıştığı okula da geliyor, hava sıcak olduğu için öğrencilerle bahçede ağaç altında ders yapıyorlar. Babaannem Kral’ın geldiğini görünce öğrencilere önceden öğrettiği Kuvvacı bir marşı söyletmeye başlıyor. Kral’ın yanındaki Türklerin yüzü değişince Kral da işte bir terslik olduğunu anlıyor. Babaannem Rumca ve Almanca konuşan, cesur bir genç hanım. Yunan Kralı- keşke benim memleketimde de sizin gibi öğretmenler olsa- deyip onu Yunanistan’a davet etmiş. Babaannem bir subayla nişanlı olduğunu söyleyip, ben gidemem ama sizin öğretmenlerinizi ülkemde misafir olarak ağırlarım demiş. Kral da onu selamlamış ve gezisine devam etmiş. Neticede hayat devam ediyor.

O dönemde dayı Ali bey kendisine çizme yaptırmak için gelen bir Yunan subay ile dost olur. Bu subay demek iyi bir insanmış, bazı bilgileri oradaki Türklerin lehine olması için Ali beye söylüyormuş, Ali bey de bu bilgileri hem etrafına söyler hem de Kuvvacılara istihbarat olarak bildiriyormuş. Yunanlılar Eskişehir’den ayrılırken yaklaşık 2000 ev, 22 han ve otel, 2000 dükkan, 10 okul, 5 hamam, 4 fabrika, 2 Camii, 3 mescit yakarlar. Bir de harbi kazansalardı kim bilir ne olacaktı, tahmin bile edemiyorum?

Atatürk Dönemi

Atatürk Eskişehir’e hayatı boyunca 22 defa gelmiş. Onuncu gelişi 29 Ağustos 1924’de gece 01.30’da ve Gar’da bir saat kalıyor. Afyon’a törene gidiyormuş. Babaannem de Gar’da karşılayan şehir ekibi içinde, ikinci bebeği olan Fazlı amcamın kırkı yeni çıkmış, ilk oğlu olan Hilmi amcam da bir yaşında. Babaannem iki bebeğini de kız kardeşine bırakıp Gara öyle gelmiş. Küçük olan Fazlı çok ağlayınca teyzesi de kendi bebeği Neriman’la beraber onu da emzirerek susturmuş. Gelirken hanımlar şapka giyerse iyi olur, yabancı gazeteciler de olacak denilince Rum arkadaşı Polikseni’den şapkasını ödünç almış. Demek şehirde mübadele öncesi Rum ahali var. Babaannemin de şehirde bir çok gayrimüslim arkadaşı varmış, kızlar birbirlerine yemeğe gelip gidermiş.

Atatürk Gar’da herkesle konuşuyor ve tanışıyor. Babaannemin eğitimi ve lisan bilgisini görünce trene davet etmiş, Ankara’da kütüphanemde çalışır mısınız diye sormuş. Babaannem iki bebeği olduğunu ve eşinin görevde subay olduğunu söyleyince “Tamam” demiş. O dönem nitelikli insan bulmak çok zor. Garda misafirler için bir davet de hazırlanmış, Atatürk’ün yanında Kılıç Ali oturmuş. O da Atatürk’ün istediklerinin aynısını istemiş tabağına, sonra tabaklar servis edilince, Atatürk ile tabaklarını değiştirmiş. Bunu çaktırmadan yapmış ama babaannem bunun bir koruma görevi olduğunu anlamış.

O zaman lisan bilen Türk ve bayan öğretmen bulmak çok zor. Babaannem öğretmen olarak aylık 41 TL maaş alırken, subay dedem 40 TL maaş alıyormuş. Atatürk hep eğitimi çok önemsediği için, milletvekillerinin maaşı da hiç öğretmen maaşını geçememiş. Ancak babaannem hem bebeklerin bakımı hem de dedemin arkadaşlarının hanımı çalışıyor diye yaptıkları şakaları nedeniyle o yıl sonunda öğretmenlikten istifa etmek zorunda kalmış. Demek öğretmenlik ne kadar önemli ki istifa edince memuriyeti bıraktığı için babaannem hakkında bir mahkeme veya soruşturma açılmış. Arkadaşları kızdırmak veya belki de kıskandıkları için dedeme; ” kadının malı, eşeğin nalı “diyorlarmış.

Yine Atatürk ile dedemin beraber oldukları bir diğer zamanda, Atatürk dedemin gömleğini pek beğenmiş, şık bulmuş. Kendisi şık giyinen birisi, dedem gömleğini eşinin diktiğini söyleyince, Atatürk dedemi ve eşini tebrik etmiş. Daha sonra eve gelince dedem, babaannemden iki gömlek dikmesini istemiş. Biri Atatürk diğerin de İsmet İnönü için, onlara hediye olarak göndermiş. O dönem en temel ihtiyaçları bile karşılamak çok güç. Yıllarca çocuklarının kıyafetlerini hep anneler dikmiş o dönemlerde.

Dedem Halit Bey

İstanbul’da büyümüş, babası Rüştiye’de öğretmen ve Sultan Hamid döneminde sarayda danışmanlık da yapıyor. Ayasofya’da evleri var, bu nedenle ismi Hüseyin Halit Ayasofya. Önce Askeri Tıbbiye ’ye girmiş, bir yıl okumuş, sınıfını geçmiş ama zannederim başlayan İspanyol Gribi pandemisinde çok otopsi yapılıyor, buradan hastalık kaparım diye Tıbbiyeyi bırakmış. Darülfünun ’da hukuk eğitimine başlamış ama sonra ilk Dünya Savaşı bitimi ile İstanbul İttifak devletleri ordularınca işgal edilince, arkadaşlarıyla Anadolu’ya geçmiş. Asabi ve görevine titizce bağlı biri. Eskişehir işgal olunacağı zaman oradaki siyasi mahkumları yürüyerek Ankara üzerinden Kırşehir’e götürmüş. Ankara’da Atatürk ve İnönü kendisini karşılayıp, görevini layıkıyla yaptığı için tebrik etmişler. Atatürk bir isteği olup olmadığını sormuş, dedem de okulunu yarım bıraktığını, harp biterse İstanbul’da fakülteyi bitirmek isteğini söylemiş. Büyük Taarruz sonrası, Atatürk hiçbir detayı unutmayan aynı titizlikte biri olarak dedemi Yıldız Sarayı’na inzibat subayı olarak tayin etmiş. Zaten yeni evliler, babaannem ilk doğumunu sarayın soğuk bir odasında yapmış. Dedem hukuk fakültesini bitirince yine Eskişehir’e gelmişler. Babaannemin işi zor, iki çocuk sonrası işini bırakmak zorunda kalmış. İstanbul dönemi çok stresli geçmiş, hem sarayın güvenliği hem de yeniden öğrencilik kolay değil. Dedemin midesi ağrımaya başlamış. Bir çok doktora gitmişler, tedavileri hiç işe yaramamış. En nihayet gittikleri bir doktor, senin ağrın aslında midende değil kafanda, beyninde diye ona şeftali çekirdeği kokan belli ki rahatlatıcı bir damla vermiş, günde 16 damla. Dedemin midesi bu ilaçla düzelmiş.

Ailenin üçüncü oğulları olan babam 1929’da Domaniç’te doğuyor. Dedem artık sivile geçmiş, o zaman için orada Adalet Bakanlığı’na bağlı gezici hakim, çünkü her yerde hakim yok. Orada bir eşkıyayı yakalamışlar, adamı Bursa’ya götürüp yargılayacaklar, o zaman Domaniç Bursa’ya bağlı. Adam eline kelepçe takılmamasını istemiş, “ben nasıl olsa 1-2 ayda çıkarım, kelepçe takarsanız gelip sizi öldürürüm” demiş. Dedemin de demek uygun bir anına geliyor ki, peki diyor, adamı hoş görüyor ve onu kelepçesiz olarak Bursa’ya götürüp teslim ediyorlar. Adam da çok teşekkür ediyor. Domaniç’ten sonra dedem İnegöl’e tayin olmuş. Orada rakip iki kereste tüccarı arasındaki bir davayı yürütürken, bunlardan biri dedemi öldürtmek için bir kiralık katil tutmuş. Adam dedemi vurmak için geldiğinde, dedemi tanımış, meğerse Domaniç’te eline kelepçe taktırmak istemeyen kişiymiş. Dedeme gelmiş ve olayı anlatmış, “ben sizi öldüremem ama bunlar başka bir katil bulurlar, sizi öldürürler, en iyisi buradan gidin” diye nasihat vermiş. Harp sonrası ülkede asayiş büyük sorun. Bu dönemde dedem mahkemede elinin altında tabanca ile çalışıyor. Bir celsede Ahıskalı İsmail Hakkı diye belalı birini mahkum edince, adam tabancasını çekip dedemi vurmaya kalkıyor, dedem daha önce davranıp onu vuruyor. Adam ölmüyor ama dedemi de açığa alıyorlar. Birkaç aylık soruşturma dönemi sonrası terfi ile Adana’ya tayin ediyorlar. 1931 yılında Adana Garında Atatürk’ü silindir şapka ve frakla karşılayan ekipte dedem de var. Yaşam o yıllarda kolay değil.

Neticede “ne oldum” dememeli. İngiltere’nin kışkırtması ile Anadolu’ya çıkan Yunanlılar büyük bir bozguna uğrayınca, Eskişehir’e gelen Yunan Kralı I. Konstantin 1922’de askeri ayaklanma sonucu tahttan indirilir ve 1923’de Palermo’da sürgünde iken 54 yaşında ölür. Naaşı ancak 1936 yılında ülkesine getirilerek, Kraliyet Mezarlığına defnedilir. 1887 doğumlu dedem Halit bey 1967’de 80 yaşında, 1900 doğumlu babaannem ise 1976’da 76 yaşında evlerinde – bence huzurlu bir ortamda – vefat ettiler. Bence benim aile büyüklerim dünyadaki görevlerini başarıyla tamamlamışlardı. Ülkelerine, işgalci Yunan Kralından net olarak daha yararlı insanlardı.

Aile büyüklerimi rahmet ve minnetle anıyorum.

Prof.Dr.Ali Fuat KALYONCU

Visits: 88

Lütfen Beğeninizi Paylaşarak Bize Destek Olunuz
Sosyal Medyada Paylaşın: