Vizyonumuz
''Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.''

  • DOLAR
  • EURO
  • ALTIN
  • BIST
Prof.Dr.Ali Fuat Kalyoncu
f.kalyoncu@fikir.news
Afganistan’da Türkler varken, orası farklıydı
  • 0
  • 1068
  • 23 Ağustos 2020 Pazar
  • +
  • -

 

Afganistan, Türkiye’yi ilk tanıyan devlettir. 1 Mart 1921’de Moskova’da iki devlet ittifak anlaşması imzalamış, 10 Haziran 1921 tarihinde Ankara’da açılışı yapılan Afganistan Büyükelçiliğinin gönderine bayrağı bizzat Mustafa Kemal Paşa çekmiştir. Muhtemelen Afganistan, İttihat Terakki Partisi planlarına göre, ilk Dünya Savaşı’nın Osmanlı B planı veya Asya’ya açılmada bir sıçrama noktası olarak düşünüldüğünden her zaman ayrıcalıklı bir yere sahip olmuştu. İran, Hindistan, Çin ve Sovyetler Birliği arasına sıkışmış olan bu dağlık ülke için de Türkiye, o dönemde dış dünyaya açılım noktasıdır. 20.yüzyılın başındaki yıllarda önemli bir diğer ortak noktaları da; ortak düşman İngiltere’dir. İki ülke İngilizlere karşı mücadele etmektedir. Moskova Antlaşması nedeniyle 1 Mart, Türk-Afgan Dostluk Günü olarak kabul edilir.

İki ülkenin bağımsızlık mücadeleleri de çok yakın zamanlıdır. Afganistan 8 Ağustos 1919 tarihli Ravalpindi Antlaşması ile İngilizlerden bağımsızlığını kazanır. Mustafa Kemal Paşa 18 Ağustos 1920’de aslen Afgan olan Abdurrahman Samedani beyi Afganistan’a Elçi olarak atar. Abdurrahman bey hemen yola çıkar. Bu, çok önemli bir harekettir.

 

Cemal Paşa

İngilizler ilk Dünya Savaşında tüm dünyaya yayıldıklarından, her yer ile ilgilenememektedir. İttihat Terakki Partisi’nin güçlü üçlüsünden Cemal Paşa özel olarak Afganistan ile ilgilidir. Dünya  Harbi’ni kaybeden İttihatçı liderler bir Alman denizaltısı ile önce Odessa’ya, oradan da  Almanya’ya geçerler. Cemal Paşa, herhalde diğer paşalarla aralarında anlaşarak, Rusya’ya gider. Orada Sovyet ileri gelenleri ile ortak düşman İngiltere’ye karşı mücadelede anlaşarak, 1920 yazında Türkistan üzerinden Kabil’e gelir. Amacı İngilizlere karşı Afgan ordusunu eğitmektir. Burada bir yıla yakın kalan Paşa, Afgan Kralı Emanullah Han’ın da isteği ile örnek bir alay kurar(Kıt’a-i Numune) ve ordunun modernizasyonu için çalışır. Harbi kaybetmeleri, İttihatçıların boş duracağı anlamına gelmemektedir. Onlar gerçekten çok farklı insanlardır. Cemal Paşa kendi ilişkileri üzerinden Almanya ve Fransa’nın Afganistan’ı tanımasını sağlar veya bu sürece katkıda bulunur. Afganistan’da yapacaklarını bitiren Cemal Paşa, oradan Tiflis’e geçer. Orada Enver Paşa ve İttihatçı arkadaşları ile toplanırlar. Bir yandan Anadolu’daki İstiklal Harbine yardım etmeye çalışırlarken diğer yandan da Asya’daki Türkleri antiemperyalist ve Turancı bir idealde toplamaya çalışırlar. Ankara’ya gelme hazırlıkları içindeyken, Büyük Taaruz’a doğru, 21 Temmuz 1922’de bir suikast ile öldürülür. Kim tarafından öldürüldüğü tam olarak bilinmeyen Cemal Paşa’nın naaşı, Doğu Cephesi Komutanı Kazım Karabekir Paşa tarafından Erzurum’a getirilip, Karskapı Şehitliği’ne defnedilir. Kader bu, Enver Paşa da, Cemal Paşa’dan iki hafta sonra 4 Ağustos 1922’de, Orta Asya halklarını ayaklandırmak amacıyla gittiği Tacikistan’da Bolşevik kuvvetlerle giriştiği bir çatışmada öldürülür. Naaşı, yıllar sonra 1996 yılında İstanbul’da Şişli’de Abide-i Hürriyet Tepesinde Talat Paşa’nın yanına defnedilir.

Medine Müdafii Fahrettin Paşa

Bu süreçte Kabil’e hep güvenilir bir isim arayan Mustafa Kemal Paşa sonunda aradığı kişiyi bulur. Malta’da İngiliz hapishanesinde 2.5 yıl kaldıktan sonra Ankara’ya gelen, o zamanın çok güvenilir ve prestijli bir kahramanı olan Medine Müdafii Fahrettin Paşa çok uygun bir isimdir. 24 Eylül 1921’de Ankara’ya gelmiş ve Kuvvayı Milliye’ye katılmıştır. Bu ilişki Afgan Kralı Emanullah Han ve Atatürk arasındaki güven ortamını kuvvetlendirecektir. Fahrettin Paşa deyince orada biraz durmak gerekir. Mondros Mütarekesi ile teslim olan Osmanlı’nın teslim olmayan tek komutanıdır. ‘’Ben peygamberin mezarını bunlara bırakmam, bayrağımız burada dalgalanacak’’ diye teslim olmamış, aylar sonra bazı subaylar tarafından yakalanmış kılıcına el konmuş ve  Medine böylelikle Araplara geçmiştir. Bu nedenle kendisine ‘’Çöl kaplanı, Medine kaplanı’’ gibi isimler de verilmiştir yani tüm Osmanlı coğrafyasında prestiji çok yüksek bir kişidir. Fahrettin Paşa, Atatürk’ün ricasıyla hemen Kabil’e doğru yola çıkar. O zamanki şartlarda üç ay süren çetin bir yolculuk neticesi 25 Haziran 1922’de Kabil’e ulaşır. Sevgi ve saygı ile düzenlenen törenlerle karşılanır. O günlerin ölümsüz fotoğrafları arşivlerdedir. Fahrettin Paşa daha sonra Korgeneral olarak emekli olacak ve 1948’de İstanbul’da vefat edecektir.

Afganistan Kralı Amanullah Han ve Fahrettin Paşa’nın birbirlerinin bayraklarına sarılarak verdikleri ebedi dostluk mesajı

Doktor Kamil Rıfkı Urga

Ankara Cebeci Hastanesi Başhekimi ve Atatürk’ün özel doktoru olan Rıfkı Bey, 1926 yılında Ankara’ya gelen Afgan Kralı Emanullah Han’ın Atatürk’ten talebi üzerine, Atatürk’ün emriyle Kabil’de sağlık alanında çalışmalar yapmak üzere görevlendirilir. Afgan Hanı, Atatürk’ten öncelikle doktor istemiştir. Rıfkı Bey orada 17 yıl kalacak, Kral ve ailesinin özel doktoru olacak ve orada ilk Afgan Tıp Fakültesini kuracaktır. 1880 yılında Çankırı’da doğan Rıfkı Bey, 1906 yılında İstanbul’da askeri Tıbbiye’yi birincilikle bitirmiştir. Doktor olarak ilk görev yeri İstanbul Hamidiye Etfal Hastanesidir yani bugünkü Şişli Etfal Hastanesi. Rıfkı Bey burada 18 Haziran 1908 tarihinde cerrah yüzbaşı olur. Açılan bir sınavı kazanarak, mesleki eğitim için Paris’e gider. Oradayken Trablusgarp Harbinin çıkması üzerine Kızılay tarafından Suriye’deki Humus’a gönderilir. Daha sonra sırasıyla Beyrut Merkez Hastanesi, Yassıviran Hastanesi ve Edirne İkinci Menzil Hastanesine tayin edilir. 1914’de başlayan ilk Dünya Savaşında önce Kafkas Cephesi ve ardından Suriye’de görev yapar. Savaş 1918’de bitince İsviçre’ye göğüs Cerrahisi ve Röntgen eğitimi için gider ve orada Röntgen ihtisası alır. Bir dönem Almanya’da da bulunur, Avrupa’nın bir çok yerinde dostlar edinir. Rıfkı beyin mesleki kariyeri, o dönemin ve insanlarının bir portresidir. Türk doktorlar Asya, Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Avrupa’nın her yerinde vardır.

Kral ve Afgan halkı Rıfkı Beyi çok severler ve onun ismini verdikleri yeni bir sanatoryum açarlar; Doktor Rıfkı Sanatoryumu. Kendisine orasının en üst düzey nişanları olan Serdar-ı Ali, Serdar-ı Ala ve Maarif nişanları verilir. 1944 yılında Ankara’ya dönen Rıfkı bey, 1966 yılında yine Ankara’da Kabil apartmanındaki dairesinde vefat eder. Vasiyeti üzerine Çankırı’daki aile kabristanına defnedilir. Döneminde dünyanın en ünlü doktorlarından birisidir. Afganistan’a verdiği hizmetler bir çok ülke tarafından takdir edilmiş ve kendisine aralarında; İngiliz Victoria Nişanı, Fransız Akademi ve Légion d’honneur Nişanı, Alman Çelik Haç madalyası, İran madalyası, Mısır madalyası ve Polonya’nın Polonia Restitva madalyaları olan bir çok ödül, nişan ve madalya verilmiştir. Afganistan’a gelenler kendisi ile de mutlaka tanışırlarmış.

Atatürk, Türkiye’deki bazı tıp Profesörlerini bir tür rotasyon gibi belli süreler için Kabil’e gönderir. Üniversitede okurken babam emekli olunca Bostancı’da bir daire almıştık. O apartmanın eski sahibi olan rahmetli Prof.Dr.Hasan Reşat Sığındım’ın da 1933’te Atatürk’ün ricası ile Kabil’e Tıp Fakültesi kurmak için giden ekipten olduğunu sonradan öğrenecektim. Prof. Sığındım, Tıp literatürüne 1913’de Fizyoloji ve Deri Hastalıkları için gittiği Almanya’da Victor Schilling ile, ilk kez monositer lösemiyi tanımlayarak giren ünlü bir bilim insanıydı.

Ali Abad Sanatoryumu

Atatürk’ün emri ile 1926-1932 tarihleri arasında Afganistan’ın ilk hastanesi olan Ali Abad Sanatoryumu inşa edilir. O şartlarda bu hastanenin yapımı altı yıl sürer. Bina, çalışmaya başlayınca Tıp Fakültesi olarak da kullanılır, Türkiye’den gelen Tıp Fakültesi hocaları da burada kalır. Bina daha sonra yaşanan iç savaşlarda tahrip olacak ve Türkiye, bu hastaneyi kurulduktan 70 yıl sonra tekrar restore edecektir. 1983’de Sanatoryumun hemen yakınında 200 yataklı Atatürk Çocuk Hastanesi yapılacaktır. Yıllar içersinde Prof.Dr.İhsan Doğramacı aracılığıyla bu hastane çeşitli şekillerde desteklenecektir. Bu hastane bugün hala Kabil’de aktif olarak hizmet vermektedir.

Kabil Tıp Fakültesi Aliabad Sanatoryumu

 

Kabil

Türkiye’nin Afganistan’ı desteklediği o yıllarda Kabil için Doğu’nun Paris‘i deniyordu ve şehirde laik yaşam mevcuttu. Kabil’de İkinci Dünya Harbi sonuna kadar, çoğu doktor olmak üzere ortalama 60 eğitimli Türk ailesi varmış. T.C. Devleti buraya doktorlar dışında veteriner, mühendis, öğretmen vs. çeşitli uzmanlar göndermiş. Genç Türkiye, eğitimli insan portföyü oldukça sıkıntılı olmasına rağmen Afganistan’ı eğitim ve sağlıkta hep desteklemiştir. II. Dünya Savaşı öncesinde Almanya ve İtalya’nın bölgede artan baskılarına karşı 7 Temmuz 1936 ‘de Türkiye, İran, Afganistan ve Irak Sadabat Paktı’nı kurarak bölgenin önce Nazi ve sonra da Sovyet işgaline girmesini önlemiştir.

 

Ne yazık ki bugünün Kabil’i, son 50 yılda yaşananlar nedeniyle 80 yıl önceki Kabil’den 200 yıl daha geridedir. Şehirde düzenli bir su ve kanalizasyon teşkilatı yoktur, bu amaçla kuyular kullanılıyor. Elektrik belli gün ve saatlerde veriliyor. Ülkede yoğun bir güvenlik sıkıntısı var. Türkiye eskisi kadar olmasa da yine Afganistan’ı destekliyor. Ama bu sefer askeri destek ön planda. Halk 1980’lerdeki Sovyet işgaline tepki olarak İslamlaşmış ve bu sarmalın içinden çıkamıyor.

Prof.Dr..Ali Fuat KALYONCU

Ankara Afganistan Tarihsel ilişkisi…

Ankara ve Afganistan’ın tarihsel ilişkisi

Visits: 208

Lütfen Beğeninizi Paylaşarak Bize Destek Olunuz
Sosyal Medyada Paylaşın: